12 Ağustos 2017 Cumartesi

"BİTLİS’E YAZIK DEĞİL Mİ?.." Gazeteci, Araştırmacı - Yazar: Oktay EKİNCİ

BİTLİS’E YAZIK DEĞİL Mİ?..
Oktay EKİNCİ
Geçen hafta sonu Doğubayazıt Kaymakamlığı’nın ev sahipliğiyle yapılan “Tarih, Kültür ve Sanat” sempozyumundan bir gün önce Metin Sözen ve Doğu’nun en usta sürücüsü  Mustafa Alçın ile birlikte Bitlis’e uğradık…
12 Eylül 2003 sabahı Van’dan yola çıkıp tarih boyunca “Anadolu’nun Denizi” olmanın gizemini taşıyan Van Gölü kıyısından Akdamarı seyrettikten sonra 2235 metredeki “Kuzgunkıran Geçidi”ne tırmandık…
Batıdan gelen yağmur bulutlarını buradan Van’a geçirmeyen aynı dağların ardındaki ünlü tütün tarlalarını da Bitlis İline armağan eden iklim değişikliğini, doğanın yeşil örtüsüne hayran kalarak yaşadık…
Yeniden deniz kıyısına inerek Tatvan’a vardığımızda ise artık 25 km kalan Bitlis’e kavuşmak üzere olmanın heyecanı öyle kısa sürdü ki, daha kente girer girmez bir garip olduk ve ayrılana kadar da içikiz daraldı…
KALEYE “ABANAN” BİNALAR…
Kentin kurulduğu derin vadiyi yaratan Bitlis Çayı, tarih boyunca Doğu Anadolu ile Güneydoğu Anadolu uygarlıkları arasındaki yegane “ulaşım ve taşınma yolunu” sağlamanın gururunu bile çoktan unutmuş görünüyor…
Antik çağlar bir yana, 1085’te Melikşah’ıh Selçuklu’ya  kazandırmasına  kadar Arap ve Bizans uygarlıklarıyla bezenen, Dilmaçoğlu Beyliği’ni ağırladıktan sonra da 1540’lardan sonra Osmanlı kimliğiyle vadiyi süsleyen Bitlis, 1230’lardaki Moğol yağmasından bu yana ikinci büyük tahribatını da sanki şu son “apartmanlaşma talanıyla” yaşıyor…
O kadar ki, örneğin 2700 yıllık Urartu temelleri üzerinde yükselen ve Büyük İskender’in komutanlarından Badlis’in İ.Ö. 332’de inşa ettiği “Bitlis Kalesi” bile artık adını verdiği kentten herhalde “nefret” ediyor olmalı…
Çünkü azman ve çirkin betonarme binalar güzelim tarihi vadiyi doldurmakla kalmamışlar. Bitlis Çayı’nın iki kolu Rabat ve Kosur’un birleştiği yerde, anıtsal bir kayalık üzerinde yer alan görkemli “İçkale” sularına bile “yaslanarak” yükseliyorlar..
Aynı vadide, yine Bitlis’in dünyadaki en güzel “köprüler kenti” olarak nam salmasına neden olan “akarsu güzergahı” da benzer apartmanlar tarafından çoktan “yok edilmiş” durumda… Bu çayın ve eski köprülerin “kent kültürü ve yaşam kaynağı” olduğunu özemsemeyip, korumak yerine betonla kaplayanlar, berbat ve kimliksiz birçok katlı yapılaşmayı da tam “tam üzerinde” gerçekleştirmişler. Şimdi sular bu binaların altından geçerken, yer yer üzeri açık kalan boşluklardan “Bitlis Çayı”nı sadece “çöp ve mikrop kanalı” olarak seyrediyoruz.
“BEŞ MİNARE GÖRÜNMÜYOR…”
İşte bu yürek burkan görüntü içinde yolumuzu şaşırıp, “dönülmez” işaretini de göremeyince, “ters yöndesiniz” diyerek “yasal işlem” yapmaya hazırlanan trafik polisine ister istemez dedim ki; “Bu kentin neresi düz ve yasal ki?..”
Örneğin “dere üzerindeki” apartmanları acaba hangi tapu ve hangi ruhsatla yapmışlar?.. Tarihi kale duvarına “abanan”, eldeki son anıtsal yapıları kuşatan, ünlü “Bitlis’te Beş Minare”  türküsüne de ilham veren tarihi camileri bile gözden tümüyle ırak kılan bu apartmanlar hangi “çağdaş planlama” anlayışının ürünüdür?..
Bu soruları da merak ederek Hükümet Konağı’na girdiğimizde aynı pislik ve bakımsızlığın “diz boyu” olduğunu görüyoruz.
Devletin kente “örnek” olması gereken bu en önemli binasında, valilik bölümü dışındaki tuvaletler bozuk; lavabolar tıkalı ve ağzına kadar kirli su dolu; ortalık ise ilkel ve rezalet halde…
Bitlisliler kimlik değerlerinden galiba bir tek “büryan”ları ile büryan suyunda pişirilen “avşor” adlı sebze türlüsüne değer veriyorlar. Eğer onları tadıp da açlığımızı “yerel” lezzetle gidermiş olmasaydık, bu yazı daha da ağır olacaktı…
Yazık değil mi bu “efsanevi” kentimize?..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder